İnternet, bir mücadele alanıdır ve mücadele içinde sürekli yeniden üretilir. Şirketler, internetteki ilişkilerin metalaşmasını arzulamaktadır. Kendileri bu yönde sınırsız hareket ederken internet kullanıcılarının hareketlerinin sınırlanması için lobi faaliyetleri yürütürler. Hükümetler, diğer iletişim araçlarında olduğu gibi tamamen kontrol edebilecekleri bir internet için uğraşmaktadır. Ayrıca ABD, internetteki hegemonyasını devam ettirmek isterken diğer ülkeler buna son vermek için çeşitli girişimlerde bulunmakta ve ABD kökenli şirketlere karşı kendi şirketlerini desteklemektedir. Bireylerin geliştirdiği uygulamalar (vikiler, portal yazılımları, sosyal ağlar, bitcoin vb) internette yeni ufuklar açmıştır. Hükümet dışı uluslararası örgütler ve sivil toplum örgütleri internete yönelik düzenlemelerde kamuoyu oluşturarak internetin yeniden üretiminde belirleyici olabilmektedir.
Bunun yanında toplumun farklı kesimlerinin internet hakkındaki düşünceleri de çelişmektedir. İyimserler, onun toplumu demokratikleştireceğini, yeni “bahar”ların önünü açacağını düşünmektedir. İnternete şüpheyle yaklaşanlar ise internetin hükümetlerin ve şirketlerin gözetim aygıtı haline geldiğini savunmaktadır. Bir taraf internetin kontrol edilemez ve adem-i merkeziyetçi yapısına diğer taraf da artan kontrol mekanizmalarına işaret etmektedir. Aslında merkezi kontrol, internetin ilk günlerinden beri vardır. Fakat bu kontrol, hükümetler ya da şirketler tarafından değil internetin oluşumunda yer almış kişiler ve örgütler tarafından gerçekleştirilmektedir. Yazının devamında da tartışılacağı gibi eşgüdüm için merkezi kontrolün gerekli olduğu durumlar olabilmektedir. Sorun, kontrolün varlığı değil, kimin ve nasıl kontrol ettiğidir. Günümüzde bu kontrolü, hükümetler ve şirketler lehine artırma girişimleri vardır. Bu girişimler, uluslararası yasalarla yapıldığında sürece müdahale her zaman kolay olmamasına karşın daha geniş kesimlerce anlaşılabilmekte ve tartışılabilmektedir. Söz konusu teknolojik düzenlemeler olduğunda ise tartışma tekniğin nesnel örtüsünün altında saklanmaktadır. İddia bir politikacıdan geldiğinde, örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan “4G ile vakit kaybetmeden 5G’ye geçmeliyiz” dediğinde bunun ağırlıklı olarak (ya da tamamen) politik bir tercih olduğu hemen fark edilir. Ama mühendislerin ve bilim insanlarının teknoloji hakkında yaptıkları açıklamalar ve toplumu belirli bir teknolojiye ikna etme çabaları nesnel ve tarafsız değerlendirmelerin bir sonucu olarak algılanır; bir teknoloji “bilimsel olarak öyle olması gerektiği için öyle olmuştur.”
Ancak teknoloji tarafsız değildir. Onu tasarlayanların ve tasarımına etkide bulunanların niyetlerini ve değerlerini içerir. İnternet gibi henüz sınırları tam olarak kalın çizgilerle çizilmemiş teknolojiler gelişime ve müdahaleye daha açıktır. Bu nedenle, internetin yapısı hakkında bir değerlendirme yaparken onun sürekli değiştiğini dikkate almak gerekir. Kritik noktalarda atılacak adımlar veya tasarımda öne çıkan tercihler interneti şimdikinden çok farklı bir yere sürükleyebilir. İnternetin mimarisindeki bir değişim internetteki güç dengelerini de altüst edecektir.
İnternetin mimarisi üzerindeki mücadele başlıca üç alanda gerçekleşmektedir. Birinci alan, internetteki teknik standartların oluşturulmasıdır. Bilgisayarlar arasında bilgi belirli standartlara göre akar ya da sınırlanır. “Enformasyon, özgür olmak ister” diye söylense de enformasyon standartların izin verdiği ölçüde özgür olabilir. Mahremiyet, fikri mülkiyet ve ifade özgürlüğü kabul edilen standartlar çerçevesinde farklılaşabilir. İkinci alan ise kaynakların nasıl paylaştırılıp yönetileceğidir. Yeni teknolojiler, geliştirilen teknolojiden türeyen kaynaklar yaratırlar. Örneğin, elektronik haberleşme hizmeti sunabilmek için adınıza tahsis edilmiş bir frekans bandına gerek vardır. İnternette var olabilmek için de özel bir (IP) adresimiz (ör. 159.253.42.233), sitemize web tarayıcıdan rahatça erişilebilsin diye bir alan adımız (ör. bilimvegelecek.com.tr) olmalıdır. 1998 yılında kurulan ICANN ( Internet Corporation for Assigned Names and Numbers – İnternet Tahsisli Sayılar ve İsimler Kurumu) “internet alan adları sisteminin teknik yönetimini, IP adres alanlarının tahsisini, protokol parametrelerinin belirlenmesini ve internet ana servis sağlayıcı (root server) sisteminin idaresini koordine etmekle görevlendirilmiş”i ABD’li bir kuruluştur. Sınırlı sayıda olan IP adreslerinin adil ve eşgüdüm içinde dağıtılması gerekmektedir. Üçüncü alan ise internete dair politikaların belirlenmesi, uygulanması ve anlaşmazlıkların çözümüdür. Örneğin, internetin güvenlik politikaların oluşturulmasında (özellikle 11 Eylül sonrasında) hükümetler kadar interneti daha güvenli ve cazip bir alışveriş merkezi haline getirmek isteyen şirketlerin de payı vardır. Güvenlik için atılan adımlar ifade özgürlüğü ve mahremiyet açısından bir tehdit oluşturabilmektedir.
Şirketlerin ve hükümetlerin keskin hamleler yaptığı bu oyunda bizim için en doğru adım, oyuna dahil olabilmemiz için açık standartların savunulması olacaktır. Standart, iletişimin tarafların kabul ettiği belirli kurallar çerçevesinde gerçekleşmesini sağlar. Bu durumda, kuralları kimin koyduğunun ve bunu nasıl yaptığının sorgulanması gerekir. Bir standardı açık olarak nitelendirebilmek için en başta standart oluşum süreçleri şeffaf olmalıdır :
1. Sürece katılanların kimlikleri bilinmelidir.
2. Dışarıdan alınan fonlar varsa açıklanmalıdır.
3. Süreçte yer alanlar, üye oldukları örgütleri ya da çalıştıkları şirketleri saklamamalıdır.
4. Standart seçiminin nasıl yapıldığı (oy birliği, oy çokluğu veya başka bir yöntem) paylaşılmalıdır.
5. Standart fikri mülkiyet içeriyorsa bu durum belirtilmelidir.
6. Toplantılardan çıkan sonuçlar kamuoyuyla paylaşılmalıdır.
Ayrıca standart oluşum sürecine isteyen herkese katkıda bulunabilmeli ve süreci takip edebilmelidir. Standart açık olduğunda, toplumun farklı kesimlerinin standarda kendi değerleri ve çıkarları doğrultusunda müdahale edebilmesinin önü açılmaktadır.
Bu bağlamda, IP (İnternet Protokolü) tartışmaları, internetteki mücadeleyi, mücadelenin taraflarını ve internetin yapısına etkisini göstermesi açısından son derece öğreticidirii. Sadece teknik olarak görünen bir olgu altında politik mücadeleleri barındırmaktadır.
IP Nedir?
IP (İnternet Protokolü), bilişim teknolojilerinde yer alan binlerce standarttan biridir. Ancak alternatifinin olmaması nedeniyle kritik bir standarttır. IP bilgisayarlar arası iletişimde paketi parçalar ve hedef bilgisayara gönderir. Bu iletişimde yer alan bilgisayarların bir IP adresinin olması gerekmektedir. İnternette aynı anda, aynı IP adresine sahip iki bilgisayar olamaz. IP adresi, 32 bitten oluşur ve 8 bitten oluşan 4 parçaya bölünür (ör: 10011111 11111101 00101010 11101001). IP adresini okurken (ya da yazarken) her 8 biti ondalık sisteme çeviririz (ör: 159.253.42.233). Teorik olarak bir IP adresi 4294967296 farklı değer alabilmesine rağmen bu adreslerin bir kısmı özel ağlar ve çoklu gönderim için ayrıldığından kullanılabilir IP adresi sayısı daha azdır.
Hala yaygın olarak kullanmakta olduğumuz IP’nin dördüncü sürümüdür ve IPv4 olarak gösterilir. Aslında IP’nin öncesinde başka bir sürümü yoktur. Daha önce TCP’ye (Transmission Control Protocol) bağlı bir protokol olması ve TCP’nin de üç eski sürümü olması nedeniyle IPv4 olarak adlandırılmıştır.
IPv4 adresleri kıt bir kaynaktır ve kullanılan protokolün tasarlandığı yıllarda internetin bu kadar hızlı yaygınlaşacağı öngörülememiştir. 1981’de internete bağlı bilgisayar sayısı sadece 213’ken 1989’da 159000 olmuş ve bu beklenmedik artış 1990’larda “IP kıtlığı” tartışmasını başlatmıştır:
Yıl Bilgisayar Sayısı
1981 213
1982 235
1983 562
1984 1024
1985 1961
1986 5089
1987 28174
1988 56000
1989 159000
Sorun sadece artan bilgisayar sayısından kaynaklanmamaktadır. IPV4’te kullanılan sınıflandırma sistemi de IP adreslerinin adaletsiz dağılımına neden olmuştur. Ülkelerdeki adres sisteminin (il, ilçe, semt, sokak, bina numarası, ev numarası) postaların dağıtımında sağladığı kolaylık dikkate alınarak aynı yöntemin internette de uygulanabileceği ve bir kuruluşun IP adreslerini aynı blok içinde kümeleyerek iletişimin daha verimli düzenlenebileceği hesaplanmıştır.
Bir IP adresini dört bölüm halinde düşünürsek A sınıfı IP adreslerinde adresin birinci kısmı 1 ile 126 arasında bir değer alabilir. Örneğin, bir kuruluşun A sınıfı bir adresi varsa ve değeri 9 ise, kullanabileceği IP adresleri 9.x.y.z gibi değerler alabilecektir. Bir diğer deyişle, A sınıfı adres blokuna sahip olan bir kuruluş yaklaşık 17 milyon (224 ) potansiyel adrese sahiptir.
B sınıfı adres bloklarında ise IP adresinin iki kısmı kullanılır. IP adresinin ilk bölümü 128 ile 192 arasında bir sayı alabilir. Bir şirketin B sınıfı adresi varsa ve değeri 130.45 ise kullanabileceği IP adreslerinin sayısı (130.45.x.y) 65000’den (216) fazladır.
C sınıfı adres bloklarının ilk bölümü 193 ile 223 arasındadır. Bir kuruluşun C sınıfı adresi varsa ve değeri 200.45.34 (200.45.34.x) ise kullanabileceği IP adreslerinin sayısı sadece 256’dır (28).
İlk gelenler (tahmin edilebileceği gibi ABD’li şirketler, üniversiteler ve askeri birimler) A ve B sınıfı adresleri kapmışlardır. Böylece IP adresleri dünyada asimetrik şekilde dağılmıştır (bkz.
https://en.wikipedia.org/wiki/List_of_countries_by_IPv4_address_allocation). Kıtlığın nedenlerinden biri de bu adaletsiz dağılımdır. Fakat dağılım ne kadar adil olursa olsun sınırlı sayıda olan IP adreslerinin sonunda tükenmesi kaçınılmazdır.
1990’lı yıllarda, sorunu aşmak için çeşitli çözümler tartışılmıştır.
IPv6’ya Doğru
Tartışılan çözümlerden bazıları IP adresi kıtlığını aşamasa da acı sonu geciktirecek ve zaman kazandıracak biçimdedir. İlk akla gelen çözüm, IP zengini kuruluşların kullanmadıkları adreslerden feragat etmeleridir. Ama Stanford Üniversitesi gibi istisnalar dışında, IP zenginleri ellerindekini paylaşmaya yanaşmaz. B sınıfı adres blokları yerine birden fazla C sınıfı adres bloku verilmesi ya da CIDR adlı yöntemle (classless interdomain routing – sınıfsız alanlar arası yönlendirme) C sınıfı adres bloklarının birleştirilmesi önerileri vardır.
Ağ geçitleriyle interneti alanlara ayırma ve böylece aynı IP adresinin başka alanlarda kullanımına izin verme önerisi ise internetin halihazırdaki mimarisine aykırı ve istenmeyen bir durumdur. Bilgisayarların birbirleriyle doğrudan bağlantısı yerini parçalanmış bir mimariye bıraktığında ağdaki otoriter, kısıtlayıcı eğilimler güçlenecektir.
IPv4’ün yeni bir protokolle değiştirilmesi önerisi daha akla yatkındır. O güne kadar internetin gelişimine yön veren ve internette kullanılacak protokolleri geliştiren ve standartlaştıran ABD’li bir örgüt olan IETF’dir (Internet Engineering Task Force – Internet Mühendisliği Görev Gücü). IETF’ye katılım, bir ülkeyi ya da şirketi temsilen değil, bireysel temeldedir. Fakat çoğu üye ya bir kurumun ücretli çalışanıdır ya da katılımı bir kurum tarafından finanse edilmektedir. IETF’de anlaşmazlıkların çözümü ve standartların takibi için iyi tanımlanmış prosedürler vardır. IETF’nin resmi bir statüsü olmamasına karşın standartların belirlenme sürecindeki şeffaflık ve katılıma açıklık IETF’nin konumunu meşrulaştırmaktadır. Açıklık, aşağıdan yukarı karar süreçleri ve oy çokluğu yerine topluluğun genel düşüncesine (rough consensus) göre hareket edilmesi IETF’yi standartlaştırma çalışması yapan diğer kurumlardan ayırmaktadır. Ancak tüm katılımcı yaklaşımına rağmen maddi (para, erişim, bilgi, dil vb) eşitsizliklerin potansiyel katılımcılar açısından ciddi bir engel oluşturduğu da göz ardı edilmemelidir.